Yaşamlarımız ilişkiler üzerine kurulu aslında.. Ebeveynlerimiz, akrabalarımız, çocuklarımız, iş arkadaşlarımız, dostlarımız, komşularımız, sevgilimiz ve eşimiz ile iletişim içindeyiz ve her biri ile birlikte ya da ayrı ayrı ilişkilerimiz var. Elbette ilişkilerimizde zaman zaman, belki de oldukça yoğun, problemler yasıyoruz. Öyle anlar geliyor ki, ilişkileri yürütmekte zorlanıyoruz; kendimizi sıkışmış, bunalmış, arada kalmış, bıkmış, yorulmuş hissediyoruz.

Peki; hem bedenimize, varlığımıza, hayallerimize, arzularımıza, hedeflerimize sahip çıkarak hem de karşımızdakini kırmadan, incitmeden daha keyifli ve katkı dolu  ilişkiler yaratabilir miyiz?  Bu mümkün müdür?

Hadi gelin ilişkilerde bilinçlilik sistemini evlilik ve kadın erkek ilişkisi üzerinden biraz açalım..

Bir kadın ve bir erkek birbirini sever, ölünceye kadar ya da bir yastıkta kocayıncaya kadar birlikteliklerinin süreceğine inançları tamdır. Birbirlerine bağlanmışlardır, uygunlardır, değerleri ortaktır; birbirlerinin duruşlarını, bakışlarını, gülüşlerini, oturuşlarını, kalkışlarını, hayata yaklaşımlarını severler, adeta dünyadaki öteki yarılarını bulmuşlardır. Evlenmeye karar verirler.  

Hayatınızda küçük seçimler, bir de büyük seçimler vardır. Küçük seçimler önünüzdeki  beş yıl hayatınızın akışını çok etkilemez. Evlilik ise büyük bir seçimdir. Bir kişi ile evlenmeyi seçtiğinizde o kişinin ailesiyle, işiyle, arkadaşlarıyla, dostlarıyla, sevdikleriyle, sevmedikleriyle ve diğer herşeyiyle de bir arada olmayı seçiyorsunuz demektir. Bir bakarsınız ki, yeni ilişkiler, yeni  heyecanlar, bir koşturmaca, bir yetişme çabası, mutlu olma ve  mutlu etme ihtiyacı, yardımcı olma, destek olma gayreti derken  hayatınız birdenbire dolmuş.

Artık yıllardır alıştığınız kendiniz, işiniz, hobileriniz; anne, baba, kardeş ve arkadaşlarınız ile yaşadığınız hayatınıza başka aktörler/aktrisler dahil olmuş. Hayatın sahnesi kalabalıklaşmış. İlgilenecek, düşünecek o kadar çok şeyiniz var ki zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Çocuğunuz/çocuklarınız oluyor, işler daha da başkalaşıyor, farklı bir heyecan, farklı bir yoğunluk halinde hayatınız..

Ama korkmuyorsunuz… Çünkü biliyorsunuz tüm bunlarla ne yapacağınızı… hatta size keyifli ve heyecanlı geliyor bu yenilikler?. Yeni bir hayat kurmanın, artık büyümüş olmanın, sorumlulukları olan ve tüm bunların üstesinden gelebilecek bir birey olduğunuzu gösterecek olmanın heyecanı içinizde.

Ne de olsa uzun zamandır ne yaparsanız mutlu bir ilişki kurabileceğinizi öğrendiniz, bir çok aile ve arkadaş söyleşisine, çeşitli konferanslara katıldınız; dinlediniz, gözlemlediniz, anladınız, içselleştirdiniz neler yapmanız gerektiğini. Dünyaya geldiğiniz ilk 3-5 yıldan sonra içinde yaşadığınız aile, çevrenizdeki yakınlarınız, akrabalarınız, arkadaşlarınız ve hatta onların aileleleri, televizyonlar, gazeteler, kitaplar, filmler derken derslerinizi aldınız ve hatta ezberlediniz. İyi bir evlilik, mutlu bir ilişki nasıl olur? Kadın ve Erkek kimdir? Nasıl davranır ve davranmalı? İyi anne ve iyi baba nasıl olunur? Hem özel hayatta hem de iş hayatında başarılı olmanın sırları nelerdir? Dostluk ve arkadaşlık nerede birbirinden ayrılır? Aşk nedir? Sevgi nedir? Farkları nelerdir? Mutlu evliliğin ipuçları nelerdir? Bunlara benzer daha dünya kadar bilgiye ve tanıma sahipsiniz.

Amerika’yı yeniden keşfetmenin gereği yok. Zaten hayatta karşılaşabileceğiniz her türlü durum, olay, duygu, his, düşünce çok önceden birileri tarafından yaşanmış, tecrübe edilmiş, bunlarla nasıl başa çıkılacağına ilişkin yol ve yöntemler bulunmuş, formlar, yapılar ve şablonlar belirlenmiştir. Tek yapmanız gereken öğrendiklerinizi, akıl ve mantık yoluyla analiz etmek ve içine biraz da duygu ve hoşgörü katarak tatlı bir karışım haline getirmek. 

Başlangıçta güle oynaya giderken sonra ne olur da iki insan arasındaki ilişki yıpranmaya başlar, sanki daha önce birbirlerini hiç sevmemişler gibi bir hal alır? Nerede, nasıl, ne zaman tüketilir, eksiltilir, kaybedilir o başlangıçtaki ilgi, hoşgörü, saygı, heyecan, neşe ve keyif?

Oysa bir zamanlar bakış açıları, onları birbirine bağlayan tanımlar bir değil miydi? Aynı şeylere gülmüyorlar mıydı, aynı istek ve arzulara sahip değiller miydi? Birbirlerinin gözlerinin içine bakarken ne olmuştu? İki kişinin yürekleri, elleri ve bedenleri ne zaman birbirinden kopar? İlişkinin başlangıçta yakalanan neşesi ve enerjisi ne zaman ve neden  kaybedilir; kaskatı, donuk, sevimsiz, tahammülsüz hale gelinir?

Ne zamandır biliyor musunuz? Kendimizden boşandığımız zaman. Yani hayallerimizden, arzularımızdan vazgeçtiğimiz her an ilişkilerin de yıpranmaya başladığı andır.

Kadın ve erkek ilişkileri ile ilgili öğretilmiş düzen ve tanımlara karşı geldiğinizde, ters davrandığınızda ilk aklınıza gelen yalnız kalma korkusudur. Hepimiz “yalnız kalmaktan, yalnız yaşamaktan, yalnız olmaktan korktuğumuz için düzene uymalıyız” bakış açısından işleriz. Sevdiğimiz o insanı kaybetmemek adına arzularımız, isteklerimiz ve hayallerimizi erteleyip, onlardan vazgeçip feragat etmeye başlarız. Yavaş yavaş başkalaşıp “o“ olmaya başlarız. Ama içimizdeki gerçek “ben” hala oradadır. Sadece bastırılmıştır.

Eğer ilişkinizde farklı bir şey yaratmak istiyorsanız iki şey yaşayabilirsiniz. Karşı taraf buna “aaaa harika, ben de isterim bunu, birlikte nasıl yapabiliriz, yaratabiliriz” diyebilir. Ya da onun için doğru değildir, keyifli değildir, o durumdan memnundur. Bu noktada şuna bakmalısınız, “tamam onun için uygun değil peki kendim için ne seçebilirim ? “ diye sormalısınız.   

Çoğu kez şöyle olur diyalog; tamam bunu istemiyorsun, sen söyle o zaman ne istiyorsun diye  sorulduğunda bakakalırsınız. Çünkü sadece kendiniz için bir şey istemeyi öğrenmediniz ya da unuttunuz.

Neyi istemediğimizi çok iyi biliyoruz da gerçekten neyi istediğimizi hiç kendimize soruyor muyuz?

İstediğiniz ilişkiyi yaratabilmek için ilişkinizden ne beklediğinizi bilmeli ve farkında olmalı ve her ne olursa olsun arzularınızın peşinden gitmelisiniz. Terkedilme, sevilmeme, yanlız kalma, acı çekme korkuları ile kendinizden vazgeçtikçe ilişkide yeni ve keyifli bir şey yaratamazsınız.

Keyifli, katkı dolu bir ilişki yaratabilmek için önce kendinize ve karşınızdaki kişiye “yakın ve samimi” olmalısınız. Samimi olmak demek;  onurlandırmak, güven duymak, izin vermek, korunmasız olmak ve şükran duymaktır.

Onurlandırmak o kişiye gerçekte olduğu kişi olduğu için değer vermek ve sizin istediğiniz bir şeye uyum sağlaması için değişmesini beklememektir. Aynı şekilde kendinizi de onurlandırmalısınız.

Güven duymak, karşıdaki kişinin bugün ne ise yarında  öyle olacağına ve  sizin için neyin değerli, neyin doğru olduğunu aslında sadece sizin bileceğiniz konusunda kendinize güvenmenizdir.

Korunmasız olmak ve izin vermek, kendinize savunma duvarları örmeden, bariyerler koymadan açık kapı halinde olmanızdır. Yargıyı, eleştiriyi kolaylıkla alıp kabul etme halinde olmalısınız. Her şeye ve her duruma “bu yalnızca ilginç bakış açısı” noktasından bakarak yargıyı gerçek kılmadan, enerjinin akıp gitmesine izin vermelisiniz.

Şükran duymak ise karşımızdaki kişi ne yaparsa yapsın  bize kattıkları, keyif verdikleri her an için minnet duymak, teşekkür etmektir. Aslında aşktan daha üstte bir yerde durur. Çünkü aşk  ile ilgili binlerce  tanım ve yargı vardır. Yargılar arttıkça nefret başlar. Oysa, şükran arttıkça yargı azalır, olasılıklar artar, ilişki daha da büyür. Yargı olduğunda neşe, mutluluk ve olasılıklar gider. Geçmişte yarattıklarınıza ve seçimlerinize de şükran duymazsanız yeni bir şey yaratamazsınız. Kendinize teşekkür edin, ne çok şey yarattınız geçmişte. Şimdi isterseniz yeni ve farklı şeyler de yaratabilirsiniz.  

Kıssadan hisse; şunları denemeyi seçseniz ilişkiniz neye benzerdi?

  • Hayallerinizden vazgeçmeyin, kendinizi eksiltmeyin
  • Her gün yarım saat kendiniz için bedeniniz ve varlığınıza iyi gelen bir şey yapın
  • “Her gün ilişkide olduğunuz kişi ve kendiniz ile ilgili hangi yargılarım var?” diye sorun

Yazar Hakkında

İlgili Yazılar

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.